4 Mart 2012 Pazar


VİCDAN KANTARININ TOPU:EMPATİ


Başlıklar yazının yarısıdır. Diye düşünürüm. Nasıl başlamak bitirmenin yarsıysa; karar da başlamanın yarısıdır. Konusu ne olursa olsun bu ön kanılar beni hep yüreklendirmiştir. Gerçek değilse de gerçeği içerdiği için sığındığım bir enerji kaynağı olmuştur. İlginçlik ilgiyi, ilgi de bilgiyi çağırdığı için meraka sarılı bir çekim merkezine dönüştürerek okura servis edersiniz. Amaç okunarak paylaşmaksa; kaybedeni olmayan sözcük dansından ibarettir. Özü de sözü de iyi niyetten ibarettir.

EMPATİ: Karşınızdakinin yerine geçmek ve onun gibi düşünmeyi, hissetmeyi deneme muhasebesidir. Eğer vicdan kantarınızın top kaçmamışsa burada insancıllık adına içsel blansınızı, akordunuzu, özdenetiminizi yapmış olursunuz. Bu trans durumunuz, önyargılarınızı, kin ve nefretinizi, çıkarcı ve bencilliğinizi törpüleyerek insan odaklı bir merkezden hükmetmeye başlamanıza yardımcı olacaktır.

Bu tarafsız (nötr) konumunuz, elinizdeki nalıncı keserini düşürecek ve verici olmak gibi ulvi değerle bezeyerek ruhsal sağlığınızı düzeltecektir. Evrimsel (tekamülcü) adımlarınız, sosyal ilişkilerde (beşeriyette) ‘yol-su-elektrik’ olarak size dönecektir.

Davranış Bilimleri bağlamında; İnsanlaşmış hayvanları ve/veya Hayvanlaşmış İnsanları  gördüğümüzde ezberimiz bozulduğundan  hemen egomuzu tetikleyerek doğrudan veya çaprazlama empati yeteneğimizi kullanarak kendimizi test etmiş oluruz. Karşılaştığımız eylem, İnsanın hayvanlaşmasıysa; ulusal kültür ağacımızın köküne sarılarak örf-adet kılıcımızı ve milli refleksimizi kuşanır  kınama içgüdüsüyle o insanın itibar karnesine olumsuz not düşeriz. Diğer taraftan Hayvanın insan gibi davrandığını gördüğümüzde de ‘şuna bak! çoğu insandan daha akıllı’ deriz. Burada uygulanan empati çaprazlama empatidir ki, pedagojik psikolojide ve sosyal psikolojide sık kullanılan türdendir. Ama her ikisi de insanlığın eleştirilerek düzeltilmesine hizmet etmek içindir.

…Bankta elinde köpeğiyle oturmakta olan bir kadının karşısındaki duvarın dibine küçüğünü yapan insana karşı; sinileyen köpeğin feryadındaki ‘bir kuytuda işeyebilme’ beklentisiyle çişini tutmak için zorlanmasındaki türsel rol değişimini çözümlemenizi öneririm.

Köpek cephesinden bakacak olursak (trajıkomik empatiyle): ‘Ben itken insanlardan utanma adına çişimi tutuyorum ama insanlar itlerden utanmadıkları gibi türdeşlerinden de utanmıyorlar. Nasıl susmak bazen konuşmaktan daha konuşkansa; konuşamasam da neden/sonuç ilişkisine göre eylemlerimiz konuşma özrümü örtecek kadar kalıcı’ dediğini duyar gibi oluruz.

Bir de İnsan cephesinden bakalım (drama/hüzün empatiyle): ‘Boş ve yahu! İt besleyen kadından mı yoksa itinden mi utanacağım? O itiyle bankta oturmaya utanmıyor da ben çişimi yaptığıma mı utanacağım’  …gibi özrü kabahatınden büyük olarak hem kel hem de fodulluğu dizboyudur.

Bunlar empati eksikliğinden ve empati refleksimizin zayıflığından kaynaklanan davranış bozukluklarıdır. Bu bozuklukların tedavisi, kendinizle, milletinizle barışık olmak ve olduğunuz gibi görünmek ve göründüğün gibi olmak düsturunda saklıdır. Yılların imbiğinden damıtılan bu özdeyişlerde insanlığın kodları saklıdır. Kodların deşifresi ise; mütevazi insan olmakla çıkılan yol haritasında yaşanacak ömürle cevabını bulacaktır.

Tarihe insanlık adına iz bırakan insanlardan olmanız dileğiyle, sevgiyle kalın.

Şakir GENÇ

Şair-Araştırmacı Yazar


SİBER TERÖRİZM


SİBER TERÖRİZM



Bundan otuz yıl geriye (yakın geçmişli tarihimize) gittiğimizde; yaşlı dünyamız, evrenle senkronize ve uyum içerisinde dönmekte idi. 1980 sonrası  dünyamız yaşına yakışmayan bir biçimde dönmeye başladı. O dönerken konuklarının da (insanlığın) başı dönmeye başladı. Şarhoşçasına, deli dumrulcasına bir dönmeden söz ediyorum.

Ulusal frekansımız bozuldu. İletişimimiz kesildi, paylaşım ve etkileşmemiz kalmadı. Milli refleksimizde tutulma ve hasletlerimizde silinmelerle dumura uğramış bellekler arenasında insanlararası yalnızlaşma ve ötekileştirme. Diğer boyutuyla da daha vahim olanı, biriylerin kendi içindeki yalnızlığından sıyrılamaması gibi uğultulu girdabın sarmalında kendini sokan akrep misali yaşamın labirentinde debelenmekte.

Bu sosyolojik deprem salt bizde (Türkiye’mizde) değil; tüm dünyada şiddetini hissettirmektedir. Ulusal birlikteliklerden tutun çekirdek aileye değin bu gerçekle yaşıyoruz. Otuzyıldır yörüngesinden-rayından çıkmış, şakülü kaymış dünyanın durduğu-duracağı yok. Bir Allah’ın kulu da freni patlayan dünyanın önüne taş atıp durdurmuyor. Dünya döndükçe bizlerin de başını döndürmeye devam ediyor.

Çocuğun ellerinden tutarak çevirmeye başlayın; merkezkaç kuvetinden aurasının dengesi bozulur, beyni bulanır, kısacası bir yere gidip yıkılır. Sanki dünyamızda bizlerin elinden tutmuş döndürüp bırakıyor. Beşeriyetin başını döndürüyor, bilincini bulandırıyor, ezberlerini bozuyor. Bu ahval içerisindeki insanoğlu da kendi türünün sonunu hazırlamak için elinden gelen şeytanlığı sergiliyor. ‘Şeytan hiç iş bulamazsa kendi neslini yoldan çıkarırmış’.

Madde bağımlısı olanların başlama yaşları ilköğretim düzeyine kadar inmişse, ideolojik olarak kardeş-kardeşi öldürebiliyorsa, dünün kutsal değerleri bu gün değerini yitirebiliyorsa bu dünyanın çivisi çıkmış demektir.

…Bu bilinçli çivi çıkarıcılar oturdukları yerden çıkan çivileri toplayarak hastalıklı, saldırgan kişilikleriyle mütecavizce kendi dünyalarını kuruyorlar. Sizin tüm manevi ve maddi değerlerinizi ellerine geçirerek yönetiyorlar. Kendi vatanınızda köleleşiyorsunuz ve ulusunuza-ailenize yabancılaşıyorsunuz. İşte bunun adı: SİBER TERÖRİZM’dir.

Blişim-iletişim-etkileşim, kısacası internet/sanal ortamla sizin içinize sızarak kör noktalarınıza kadar nüksediyorlar ve askeri-stratejik bilgi ve belgelerinize ulaşıyorlar. Oturdukları yerden madenlerinizi/topraklarınızı satın alıyorlar. Kültürünüzü-dilinizi ve benliğinizi yozlaştırarak canınızdan-ciğerinizden koparıyorlar. İnternet argümanını kullanan SİBER TERÖRİZM, en ağır savaşlardan daha ağırdır.

Tüm ülkeler, geç de olsa uyandılar. Bilişim Suçları birimlerini kurdular. Duyargalarını ve duyarlılıklarını açtılar. Yönetsel önlemler kadar top yekün  kontr (karşı) atakla Milli Seferberlik ilan ederek korunmalıyız diye düşünüyorum.

Mücadele ederek kaybedenle mücadele etmeden kaybeden arasındaki fark; biri ‘mücadele ettim ama başaramadım, kaybettim’ deme hakkını kullanırken diğerinin böyle bir hakkının dahi olmadığıdır.

Öz canınızı kaybederken itiraz hakkınızı kullanırsınız veya kullanmazsınız bu sadece sizi bağlar. Ancak, milletinizin top yekün canına kıymak isteyenlere karşı kılınızı kıpırtatmazsanız; 73 milyona karşı birinci dereceden sorumlu olursunuz. Milletin vicdan mahkemesinden çıkan ceza ile Tanrının huzuruna gitmek kadar ağır bir ceza olamaz.

O nedenle; Vatani tercihlerimiz kişisel tercihlerimizin daima önünde olma durumundadır. Bu güzel Vatanımız, bizlere bu tercih sıralamasını iyi yapan ecdatlarımızdan emanettir. Bayrak yarışında şike ve ihanete asla hoşgörü gösterilmemelidir.

Alnı açık, başı dik, aidiyeti gelişmiş bireyler şeytanlardan daha çoktur. Bu açıdan karamsar olmamız için hiç bir neden yok.

Çağımızın en tehlikeli silahı: SİBER TERÖRİZMİ 24/24 gözlem altında tutmalıyız.



Yarınımıza güvenle bakabileceğimiz bir ülke ve dünyada yaşama dileğiyle… Sevgiyle kalın.



Şakir GENÇ

Şair-Araştırmacı Yazar

…VE SEN*


…VE SEN*

Grubun kızıllığı

…Ve sen

Kadehime doluyorsunuz

Bir balıkçı teknesinde

Grubun kızıllığı

…Ve seni yudumluyorum

Varsıl cennet akşamlarını

Yokluğuna harcamaktayım

Yüreğimde ibrişim

Hasretini dokumaktayım

Tortun çöreklenmiş içime

İliğime işliyorsun

Aklımda asılısın

Acı veriyor yokluğun

Şimdi bir balıkçı teknesinde

Grubun kızıllığı

…Ve seni yudumluyorum

Ağır maden tortusu gibi

Bel veriyor hasretin

Ensemden basıyor

Gönül dolusu illetin

Nabzımı dürtüyor kuytudan

Zulamdaki lanetin

Bitevi ruhumu uyarıyor

Yanağımı yalayan son nefesin

Şimdi bir balıkçı teknesinde

Grubun kızıllığı

…Ve seni yudumluyorum

Kararmış maviliği denizin

Kara zamana asılı ak zambak gibisin

Kızıl atlasında tan yerinin

Dörtnala giden tay gibisin

Noktaları kurşunlanmış şarkıda

Armonisi coşan düş gibisin

Gönlümde asılı kalmış hayalin

Ruhumda kutsanan tanrıça gibisin

Acının kirmeninde dönerken yalnızlığın

Dipten vuran dalga gibisin

Şimdi bir balıkçı teknesinde

Musallat oldun yakama

Grubun kızıllığı

…Ve seni yudumluyorum

nerden çıktın karşıma

Kadehler içimde boğuluyor

İçim sende

Dünya batsa da

Sen batmıyorsun

Beynimde dalgalanıyorsun

Ruhun teknemde

Şerefine kaldırıyorum

Grubun kızıllığı

…Ve seni yudumluyorum



Şakir GENÇ

Şair-Araştırmacı Yazar

YÜREK DİLİ adlı kitabımdan paylaşılmıştır.

* ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN ÖDÜLLÜ ŞİİR YARIŞMASI BİRİNCİLİK ÖDÜLÜ’NÜ ALMIŞTIR.



AİDİYET/DAHİL OLMA/ İÇSELLEŞTİRME


AİDİYET/DAHİL OLMA/İÇSELLEŞTİRME DUYGUSU



İnsan sosyal bir varlıktır. İlla ki türüyle iletişim kuracak, dayanışacak, paylaşacak, çoğalacak ve eğitecek, eğitilecek, öğrenecek, öğretecek sonunda kendini gerçekleştirecek/aşacak.

Yaşamsal süreceni akıldan beslenen zekasıyla iyi yönetenler, kendini gerçekleştirenlerdir de diyebiliriz. Akıl olmadan zeki olmanın kimseye bir yararı olamaz. Zeka çiçekse; akıl topraktır. Akıldan beslenmeyen çiçekler kurur. Bir anekdot:

… Dalda yavrularını besleyen kargayı tilki görür.

-Karga kardeş orada ne yapıyorsun?

-Yavrularımı besliyorum.

-Şimdi o ağaca çıkarsam hem seni hem de yavrularını yerim.

-Yapma tilki kardeş.

-Seni ve yavrularını yememem için yavrunun bir tanesini aşağıya at!

Bir tanesini atınca diğer yavrularını ve kendi canını kurtaracağını sanan karga yavrunun birisini aşağı attığıyla tilkinin yediği bir olur. Tilki ödünü almış ödülü koparmıştır.

-Karga kardeş! Bu yavrunda çok küçükmüş. Ya birini daha atarsın ya oraya çıkar hepinizi tek-tek yerim.

Karga birini daha atar ve tilki onu da yer. Karnı doyarak oradan ayrılır. Karga iki yavrusunun acısıyla Leyleğe gider. Sevgili Leylek kardeş! Bu tilkiyle başım belada. Karnı açıkdıkça geliyor: ‘Ya yavrunu birini aşağıya at ya da oraya çıkar hepinizi yerim’ diyor. Ben de kalanları kurtarayım bari diyerek iki yavrumu verme zorunda kaldım. Yarın karnı acıkınca tekrar gelecek. Ben ne yapabilirim? Ne olur bana akıl ver.’ der. Leklek de: Bre Karga kardeş! Yavrunu boşuna vermişsin. Tilki ağaca çıkamaz. Yarın geldiğinde: ‘Hadi ağaca nasıl çıkacaksan çık! Sana yavrularımı vermiyorum! Dersin o da çekip gidecektir.

Ertesi gün aynı saatte Tilki yuvanın altına gelir.

-Karga kardeş! Acıktım. Ya bir yavrunu daha at ya da oraya çıkar hepinizi tek-tek yerim! der

-Gel de ye! Nasıl yiyeceksen

-Sana bu aklı kim verdi? Daha dün iki yavrunu kendin verdin. Şimdi ne oldu da bana kafa tutar oldun?

-Leylek baba,  ’tilkiden korkma! O ağaca çıkamaz ’ dedi.

Tilki avını kaybettiren leyleğe gider:

-Leylek kardeş, ne kadar güzel süzüle-süzüle uçuyorsun. başını kanatlarının altına sokarak uçabilir misin?

- Tabi ki uçarım

-Uçta gerelim

Leylek başını kanatlarının altına sokarak uçmayı denemesiyle birlikte: tilkinin önüne düşer. Tilki kardeş beni yeme yavrularım açlıktan ölür. Diye yalvarmaya başlayınca  Tilki cevaben:

-Aklının hepsini kargaya vermeseydin karnım tok olacaktı belki seni yemeyecektim. Şimdi Karga akıllandı. Yavrusunu vermedi.Yani anlayacağın açım. Seni elimden akıl verdiğin Karga dahi alamaz.

(…)

Biz yine insan aklına ve zekasına dönelim. Akıl yönetim ister. akıl diyalektik kestirim ister.Akıl analitik zeka ister. Akıl çelişkilerden arınma ve karar verme melekesi ister. Akıl, zekaya-uzamsal zekaya ev sahipliği, babacanlık yapmak ister. Akıl taltif-takdir ister ki; o da ödüllenerek şımarmak ister. Kısacası akıl; ne kadar faydalanmak isterseniz o kadar yardıma koşmak ister. Yeter ki aldığını iyi kullanan ehliyetli kişilerin beyninde pozitif hamleler yapabilsin.

Zeka; akılla istişare ister. Akıl hocası olmadan dalağı şişen koşucu gibi yorulacağını, madara olacağını, pot kıracağını, yakayı ele vereceğini bilir. O nedenle Zeka aklın gölgesi gibidir. Akıl büyüdükçe gölge küçülür. Akıl küçüldükçe gölge yok olur. Biri birine muhtaçtır. Senkronizedir. Eşgüdümlüdür. Ve Kombinedir, organizedir.

Tüm hareketlerimizin, akıldan beslenen zekadan damıtılan kugulu ve kararlı eylemlere dönüşen üretkenlik içinde olması umuduyla…Sevgiyle kalın.



Şakir GENÇ




ZİHNİN KRİPTOLOJİSİ

ZİHNİN KRİPTOLOJİSİ



Akıl Oyunları, Zihinsel Santrançlar, Stratejik Hamleler…Bu eylemlerin üretim merkezi; canlıların en seçkini olan insanın kafatası içerisinde yer alan 1200-1400 gramlık organımızdır. Yani tüm organlarımızın şapka çıkardığı BEYNİMİZDİR.

Beynimiz kimi kez düşmanımız kimi kez de candostumuzdur. Bu ikilemin yanıtı: Kullanma niyetiyle özdeşiktir. Yani ‘NİYET’inize göre size servis yapacaktır. Öylesine karmaşık/grift/çetrefil yapıya sahiptir ki; ne yaptığını bilmemize karşın ne yapacağını bilememek gibi gizemli  bir yanı da var. Vücudumuzdaki oksijen ve kanın %20′sini kullanıyor. İçindeki protein, 100 bin mil (160.934.4 metre) uzunluğunda damar, 100 milyar sinir hücresiyle emrimize amade süper bir organımız. Atomu bulan mucit, Hiroşima’da 140 bin, Nagasaki’de 80 bin insanın ölümüne ve milyonlarca insanın radyoaktif etkisiyle sakat kalmasına neden olacağını bilseydi kesinlikle bulmazdı veya bulduğunu paylaşmazdı. Yine morfinin bulunuş amacıyla kullanılış çeşitliğinde de aynı örneği yani ‘NİYET’i okuyabilmekteyiz.

İnsanoğlunun 15 milyon (bilinen) yıllık öyküsündeki süreç; evrimsel ivmeyle, tekamül ederek bize değin gelmiş. Bu yolculukta iyi niyetlere devam edilerek referans alınmış, kötü niyetlerle de mücadele edilegelinmiştir. Şeytanın olmadığı yerde meleklerin asla kıymeti bilinmez. O nedenle kötü niyetlerle de yüzleşmek gerekebilir. İşte bu yüzleşmeleri iyi analiz ederek analitik sentezlerle dersler çıkaragelinmiştir. Böyle olmamış olsaydı eğer; bugün dünyamıza köyü niyetin egemen olması gerekirdi. Ama iyiler ve iyilikçi iklim hüküm sürmektedir.

Ancak, yaşadığımız yüzyılın son çeyreğinde iyi NİYET’lilerle kötü NİYET’liler arasında oynanmakta olan maçta, kötü NİYET’liler 1-0 galip. Şeytan Üçgeni mi dersiniz, Burmuda Üçgeni mi dersiniz ne derseniz deyin, sap ile samanın, kötü ile iyinin, güzel ile çirkinin, kurt ile kuzunun biri birine karıştığı (belki de bilinçli olarak karıştırıldığı) tarihsel süreçten geçiyor yaşlı dünyamız. İşte bu süreci az hasarlı atlatabilmemiz için, kafatasımızın içindeki o 1400 gramlık organımızı iyi ve iyilikçi kullanmamız gerekmekte. Tanrı her organımızı et ile korumaya alırken salt beynimizi kemikle korumaya alarak bize cevherimizin işaretini vermektedir. Araç hazır direksiyon ve yönetim iradesi sizde! Beyinizi de akılınızı da kendinizi de, ülkenizi de iyilikçi iklimlerde sörf yaptırma mezeyeti, becerisi sizde! İblislerin trafik işaret ve levhalarına kanmadan/sapmadan insanoğlunun bu  süreci atlatacağından hiç kuşkumuz olmamalı.

‘İBLİS

İblis!…O büyük ad ne kadar calib-i hayret*;

Her ülkede, her dilde anılmakta o şöhret.

Her Kabe’de puthanede, meyhanede İblis!’

*Hayret çekici/uyandırıcı.

NİYET dedik ya insanoğlu iyi niyetle, sağduyuyla hareket ederken doğaldır ki hata da yapacaktır. Belki kötü niyetlilere hizmet de etmiş olacaktır. Ama burada sorgulanan sonuç değil neden olmalıdır. Yani niyete bakılmalıdır. Sizleri fazla sıktığımın farkındayım. Biraz mizanselleştirerek bağlamaya çalışacağım: At arabasıyla otobana giren adama kızan Polis Memuru: ‘Kardeşim buraya at arabasıyla girilir mi? bari en sağdan dikkatli git! Sen ulu ortadan gidiyorsun! der. Adamın pişkin olduğu kadar düşündürücü savunması: Ne yapayım begim, Hayvandır! Girme dedim girdi. Bari sagdan git dedim gitmedi. Ben napam? Polis Memurunun sinir katsayısını düşünmek bile istemem.

Bu cennet ülkenin tüm imkanlarından yararlananlar, mağlesef bu ülkeye hizmet etmeyenlerdir. Yük-çile Memedimin/Ayşemin; sefa aidiyeti gelişmemiş konar-göçerlerin. Yani Türkiye’nin bahçesinden yoncayla semiren inekler, sütünü başka ülkelere sağdırıyorlar. İşte bizlere düşen öncelikli görev: Bu ineklerin ZİHİNSEL KRİPTOLOJİSİNİ, kriminolojisini iyi tanılayarak kalıcı tedavilerde bulunmaktır. Bunun için, kafatasımızın içinde bulunan ve adına beyin dediğimiz 1400 gramlık organımız yeter. Yeter ki, Ulusal  enerjimizi 780.000 km2′lik sinerjiye dönüştürebillelim. 5000 yıllık deneyime sahip olan Anadolu toprakları, öyle asil öyle soyludur ki; safrasını atmasını bilecektir.

Sabrınızı zorladığım, zamanınızı aldığım için bağışlanmam dileğiyle…Sevgiyle kalın.

Şakir GENÇ

Şair-Araştırmacı Yazar






BİZİM ELLERE GELME

İçimi kurt kemirirken

Sesini verme rüzgara

Seni duyabilirim



Tül bedenin

Lodosla kucaklaşmasın

Cız eden yüreğime

Yenilebilirim



Kelebek delisi hasretinle

Kırlara koşma

Çiçeğe durabilirim



Bar daha sakın

Bizim ellere gelme

Gururuma yanilip

Elinden tutabilirim



(YÜREK DİLİ adlı kitabımdan paylaşılmıştır)



Şakir GENÇ

Şair-Araştırmacı Yazar




BALIK HAFIZASI



Evrenin pozitif en/leriyle donanmış canlısı olan insan, bazen negatif en/leri tiplemektedir. Bu türümüze yakışmayan davranış bozuklukları moral değerlerimizi altüst ederken insanlık adını da karamsarlığa  düşürür/büründürür. Örnek mi? Buyurun: Televizyon spikeri-kameramanı sokaktaki insanlara soruyor: ‘Ülkemizin İdari Rejimi nedir? Biliyor musunuz?’ , ‘Kübilay ve Menemen Olaylarını hiç duydunuz mu?’…inanınız  galaklı/kulaklı beyzadelerin  çok-çok apsürt yanıtlar verdiğine tanık olduk/oluyoruz. Bunlara BALIK HAFIZALI desek, aceba balıklara hakaret mi etmiş oluruz? Yoksa acınası zavallı mı diyerek teselli mi oluruz seçim/tercih sizin. Balıkların 3 saniyelik hafızada tutma süresinin 5 aya kadar tutabildiklerine ve dahası eğitilebilindiklerine ilişkin Bilim Teknikte bir Araştırma Makalesi okumuştum. Balıkları bırakın insan üretimi robotlar dahi programlamayla hafıza kayıtlarını kullanabilmekte iken bu insancıkları hoş görmemiz olanaklı görünmüyor. Ülkemizin İdari Rejimini bilemeyen bir yurttaşımızın olması ve/veya Kübilay ve Menemen Olaylarını bilemeyen/anımsamayan bir yurttaşımızın olması; hiç bir şeyi değiştirmese bile Cumhuriyetimizin faziletine, kurucularının ruhuna ve bu uğurda can veren şehitlerimizin kutsal anılarına karşı saygısızlık ettikleri yadsınamaz. Bizlerin Cumhuriyete, Cumhuriyetin Osmanlı İmparatorluğuna, Osmanlı İmparatörluğunun 16 Türk Devletine, 16 Türk Devletinin Türk Beyliklerine, Türk Beyliklerinin Türk Oymaklarına minnet ve şükran borçları baki olmalıdır ki; aidiyetimiz benliğimize, benliğimiz bilincimize, bilincimiz de Ülkemize/ulusumuza hizmet edebilsin. Mustafa Fehmi KÜBİLAY (1906-1930); Eğitimci 24 yaşında genç bir Asteğmen. Cumhuriyetimize bekçilik ederken Mollalar tarafından başı kesilerek hayatının baharında yaşamı elinden alınmış. Menemen Kaymakamı gibi korkaklığı seçseydi yaşayacaktı. Ama O onursuz yaşamayı değil onurlu anılmayı yeğlemiştir. Bu onuru anımsamayanlar, duyumsamayanlar BALIK HAFIZALI olmakla kalmaz;  bilerek veya bilmeyerek delalet ve hıyanet içinde olurlar. Sizlerin, ‘bilmemek onların suçu değil, bu eğitim işi…’ dediğinizi duyar gibi oluyorum. Elbette beşikten-mezara kadar eğitimin gereğine yürekten inananlardanım. Ama buradaki vurdum duymazlığı/aymazlığı da ‘eğitim’ gerekçesiyle açıklayamayız. XXI. yüzyıl insanı nasıl nüfus kimlik bilgilerini bilme durumunda ise; Ülkesinin ve Ülkesi adına can verenlerin de ulusal kimlik bilgilerini bilme gibi bir yurttaşlık ödevinin olduğunu anabelleğine kazıyarak kaydetmesi gerekir diye düşünüyorum. Geçmişini bilmeyenin geleceğine değin/değgin düşünebilmesi, düşünce üretebilmesi sağlıklı olamaz. O nedenle; duyarlılık, farkındalık gibi insana özgü hasletler var. Bu hasletleri kuşanmayanlar, techizatsız asker gibi bir gün yenilmek, yok olmak, boşluğa düşmek, boş olduğunu hissetmek, öteleşmek ve ötekileşmek gibi yılkı atı misali kaderine terk edilmek, devredışı kalmak…kısacası, insandan ve insanlıkta koparlar/dışlanırlar. Bu insanın kendi kendine verdiği en ağır cezadır. Paylaşmakla, kaynaşmakla başlayan birlikteliklerden doğar Vatan ve Millet sevdası. Bu sevdanın farkındalığını yakalamak salt eğitimle olacak iş değil; aidiyetle, yürekle ve emaneti hıyanetsiz sürdürerek gelecek kuşaklara teslim edebilmekle başlar. İnsanlların yüreğine dokunabilmekle, acısına ağlayıp sevincine gülebilmekle örülen sosyal ilişkilerle sürer ve gözünüzü yumarken gözünüzün arkanızda kalmadığını görme düşüncesiyle ölebilmeyi becerebilmekle biter.İşte o zaman, insanlık sizi onurla yadedecektir. Gökkubbedeki hoş sedanızı dinleyecektir. Unutulmaması gereken; önemsemeyenlerin-önemsenmeyeceği/önemseyenlerin-önemseneceği gerçeğidir. Bu Vatan için, çöp kadar hizmeti olandan tüm milleti kurtararına kadar unutmadan zikredercesine şükran ve minnet duygularıyla anmamız birincil derecede yurttaşlık borcumuz olmalıdır. Tanrı tüm ulusumuzu değerlerimize karşın BALIK HAFIZALI olmaktan korusun ve kurtarsın.

Şakir GENÇ/Şair-Araştırmacı Yazar


TERAPİ


Zigot cenin olur-olmaz iletişim aktifleşir. Annenin biyolojik ve duygusal eylemleri çocuğa sinyaller göndermeye başlar. Çocuk o an algılamazsa bile; sinyallerin sürekliliğiyle algı açılır, zihnine ve biyolojisine nakşeder/nükseder. Hamilelik dönemindeki sezinsel algı ve etkileşme doğum sonrası yaşamındaki altyapısının temeltaşını oluşturur. Hele-hele 4-5 aylıkken algı daha da kalıcı ve belirlleyici olarak iz bırakır, sezinsel ve uyumsal olarak  anne referanslı uyaranlara karşı gizil bir  senkronizasyonla trans konumundadır. Örneğin; hamileliğin başlangıcından sonlanmasına değin geçen süreçte sürekli klasik müzik dinleyen anneyle-çocuk senkronizedir. Annenin ruhsal dinginliğinden de artı yanı gelişir. Tam tersini verdiğimizde örneğin; kavgalı-gürültülü ortamda süreklilik, bireysel ve toplumsal normlarda ahlaksızlık, sigara-içki ve madde bağımlılığı gibi sıradışılık, sağlıkta umursamazlık ve boş vermişlik gibi pozisyonların sinyalizasyonu/senkronizasyonu o çocuğun geleceğini olumsuz davranış etkisi yapacaktır. Kendisiyle, çevresiyle, karnındaki çocuğuyla barışık olan anne adaylarının çocukları daha şanslı; kavgacı/hırcı, kuraldışı tavır ve eylemlerde bulunan ve hem kendi sağlığını hem de karnındakinin sağlığını umursamayan O’nunla yürekten konuşmayı denemeyen anne adaylarının çocukları şanssız olarak aramıza katılacaklardır. ‘Nasıl hareket ettiğimiz kim olduğumuzdan daha önemlidir.’ O halde temeli nasıl atılmışsa o şekilde hareket edecektir. Elbette önlem alınırsa çaresi vardır: Bilinçli eğitim ve Uzman desteği. Salt çocuk bağlamında düşünmemek gerekir. Botanikçiler, seracılar bile bitkiler üzerinde klasik müziğin ve tasavvuf müziğinin etkisi olduğuna inanmaktalar. Bu anlamda ciddi düzeyde bilimsel çalışmalar var ve südürülmektedir. Şu anekdotu da unutmamak gerekir: ‘Bir şeyi mükemmel yapmanız sizin mükemmel olduğunuz anlamına gelmeyebilir.’ ‘Bazen hatalarımız bizi mükemmelleştirebilir.’ Burada pozitif paylaşımın  etkileşimiyle yakalanan görece sinerjinin önemi yadsınmamalıdır. Güzel bir özdeyişimiz/ata sözümüz var: ‘Ne ekerseniz onu biçersiniz.’ Veya rüzgar ekenler, fırtına biçerler.’ Gibi.  Benim dileğim odur ki; sağlam baş sağlam bedende, sağlam ulus sağlam ülkede olmalıdır. Çünkü, toplumsal uzlaşı ve barışçıl iklimin olmazsa olmazı sağlıklı düşünmekten geçmektedir. Ulusumuz ve Ülkemizin bütünlüğü için, sağlıklı düşünen bireylere dünden daha çok bu gün ihtiyacımız var. Bu anlamda, herkesin dili döndüğünce bu vatan ve bu ulus için söyleyeceği bir sözü olmalıdır. Başka bir Türkiye yok. Hepimiz aynı gemideyiz. Esenlik dilekleriyle sevgiyle kalın. 

 Şakir GENÇ/Şair-Araştırmacı Yazar

MERHABA HAYAT


Kurumuş dal budağında

Can bulan filiz gibiyim



Yırtarken kabuğunu düşler

Zincir kıran mahkum gibiyim



Kavga yüklü karanlığı

Ağartan şafak gibiyim



Düş derinliğindeki meleği

Uçuran kanat gibiyim



Körelmiş bitevi gönülden

Fışkıran sevinç gibiyim



Zamana sallanan ilmeği

Kaporan asi gibiyim



Ruhun patlamasında doğan

Yeni bir gün gibiyim



‘YÜREK DİLİ’ adlı kitabımdan paylaşılmıştır.

Yüreğiniz aç kalsın, açıkta kalsın ama sevgisiz kalmasın…



Şakir GENÇ

Şair-Araştırmacı Yazar


GERİYE KALAN



Senin güneş yüzünde

Çiçekler açar

Kelebekler uçardı

Senin tatlı dilinde

Bülbüller öter

Sevdalar yaşardı

Senin şarkılarında

Korolor gün boyu

Coştukça coşardı

Şimdi ise

Senden geriye

Yokluğun kaldı



‘YÜREK DİLİ’ adlı kitabımdan paylaşılmıştır.



Şakir GENÇ

Şair-Araştırmacı Yazar
ÇOOK/LARI VAR



Beş parmağını geçirmiş

sırtlan gibi

Somun ekmeğin ciğerine

Evde aç çocukları var



Memleketin sokağında

Daha çook/ları var



Tütün sarısı benzinde

Kan kusmuşluğun izleri var

Kükreyiverse de şöyle bir

Ayağa kalksa ne var



Memleketin sokağında

Daha çook/ları var



Titrek dizde ürkek yürekte

Kıvılcımın sancısı var

Ah! Bir ateşlense ne var



Memleketin sokağında

Daha çook/ları var



‘YÜREK DİLİ’ adlı kitabımdan paylaşılmıştır



Şakir GENÇ
Şair-Araştırmacı Yazar



DÜŞ AĞRISI


Suskunluğu acı veriyor

Bakışlarında eskiyor sevgi

Sancılı ahlaka saklanıyor zaman

Yüreği daralıyor hırpalanıyor insan



İçindeki coşkuyu ah bir dışa vursa

Talan ederim, çivisini sökerim umutsuzluğun

Hırsız gibi kuytudan ah bir elimi tutsa!

Eser kalmaz üstesinden gelirim mutsuzluğun



İlkyaz sabahı gibi göveriverir içim

Gözlerim faltaşı gibi açılıverir ferden

İçimdeki acılar dağlara göç eder için-için

Mutluluğun ortasında kalıveririm birden



‘YÜREK DİLİ’ adlı kitabımdan alındı.

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERGİSİ’nde yayınlanarak ‘Ayın Şiiri’ Ödülü’nü aldı.

Paylaşma güzelliğiyle sevgiyle kalın, şiir tadında yaşayın.



Şakir GENÇ

Şair-Araştırmacı Yazar



HASRETİN KÜFÜRÜM OLDU


Kör kuyulara düşünce gülüşün

Karanlıklara vurdum kendimi

Boyadım tan yerini ak’a

Sökmedi lanet olası şafak



Hasretin küfürüm oldu

Anılara kavga tuttum



Gök mavisi düşlerime girip

Gizemimde kıvılcım olmadın

Acı pişirdim üç öğün

ağı akıttım içime, duymadın



Hasretin küfürüm oldu

Anılara kavga tuttum



Yağlı kurşunlara geldim

Gümüş oklar saplandı

Vuruldum, vurgun yedim

Gönül yoluna düştüm



Hasretin küfürüm oldu

Anılara kavga tuttum



Bıçkın gibi kükrerken

Attan düşen yiğide döndüm

dalağı şişmiş koşucu gibi

destanlara deli oldum, yoruldum



Hasretin küfürüm oldu

Anılara kavga tuttum.



‘YEDİVEREN DÜŞLERİM’ kitabımdan. Sevginizin şiir tadında olması dileğiyle…



Şakir GENÇ

Şair-Araştırmacı Yazar


KOYUN ATLATMAK


”Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır” derler. Bu özdeyişimizi oldum olası tutarım. Notaları bir, akordu bir, tezenesi bir, teknesi, teli bir olan bağlamayı milyon insana çaldırın; parmak izlerimiz gibi her çalanın melodi izleri ayrı ayrıdır. Yani her yiğit nasıl kendine özgü yoğurt yiyorsa; her bağlamacı da kendine özgü çalıyor demektir. Ses renklerinden tutun yüreğinize dokunma frekanslarına değin farklılığını duyumsarsınız.

Peki, yoğurtta bağlamada değişkendir de örneğin ÇOBANLIKTA değişken değil midir?

Çoban vardır; koyunlarını tıkınıncaya dek doyuracak mevkileri bilir yine çoban vardır; kuru-kurak topraklarda koyunlara zafiyet geçirtir. Bir arkadaşımdan dinlediğim KAHRAMAN ÇOBAN öyküsünü sizlerle paylaşmak isterim:

‘Köyde koyun sahipleri koyunlarını iyi güden ve zayiatsız akşam teslim eden çobana itibar ederler. İri kıyım Hasan Efendi de itibar gören çobanlardandır. Hasan Efendinin sürüsü sanki başka cins koyun sürüsü gibidir. Çünkü diğer çobanların sürüsündeki koyunlardan daha besili olduğu için iri ve diridirler. Bu görüntü, Hasan Efendiyi Başçoban/Başeke ünvanıyla namı değer kılar. Bu durum, diğer çobanlarda tatlı bir gıpta ve rekabet duygusunu körükler. Hasan Efendi köyün hangi arazisinde koyunlarını otlatıyor ve bu koyunlara her gün yiyecek otlu araziyi nasıl buluyor diye takip edilmeye başlanır. Sonuçta; Hasan Efendi koyunları nereye götürürse diğer çobanlar da aynı bölgede sürülerini yaymaya başlarlar. Hasan Efendinin sürüsünün payı köyün tüm sürülerine bölüştürülünce Başçobanlık/Başekelik ünvanı tartışılır olunca; becerisini konuşturmak için dahice stratejiler düşünmeye başlar.

Köyün arazilerinin bir kısmının sulandığı kanal/ark’ın üst kısmına koyunların geçme şansları olmadığından o bölgede yayılma ve ot bulma olanağı çok yüksek. Ancak, tüm sorun; kanala koyunları kaptırmadan çayırlı bölgeye sürüyü nasıl geçireceğidir. Başçoban/Başeke kariyerini çizdirtmemek için o sürü illa ki kanaldan karşı tarafa geçirilmeli ve kendi sürüsü diğer sürülerden daha tok olarak köye girmelidir.

Sırtına bağladığı şişekle (kuzudan büyük-koyundan küçük olan) o iri yapısıyla kanala girer. Kanalın karşı tarafına ellerini köprü yapar ve ayaklarını da kasarak sırtındaaki şişeğin bağını çözer ve şişeği kuyruğundan ileri doğru ittirerek karşı yana şıçramasını sağlar. Şişek karşıya geçerken Hasan Efendi kanal içindeki pozisyonunu sağlamlaştırırken diğer koyunlara ıslık çalarak tek-tek sırtına basarak karşı tarafa atlamalarını sağlar. Tüm sürü karşıya Hasan Efendinin sırtından geçmiştir. Hasan efendi, sırtındaki tırnak yaralarına aldırmaksızın mutludur. Çünkü bunu diğer çobanlar asla yapacak durumda değildirler.

Akşam olduğunda koyunların karınları yere değecek kadar semirmiştir. Yani Hasan Efendinin sırtındaki çiziklerin derinliği artacaktır. Buna rağmen aynı beceri ile koyunları tersten de atlatarak zayiatsız ama iyi doyurarak köye getirmeyi başarır.

Kıssadan hisse…



Sevgiyle kalın

Şakir GENÇ

Şair-Araştırmacı Yazar